Ana Sayfa
Duyurular
Prof. Dr. Köksal Şahin’den, Türk Konseyi 8. Devlet Başkanları Zirvesi’ne Dair Analizler
Prof. Dr. Köksal Şahin’den, Türk Konseyi 8. Devlet Başkanları Zirvesi’ne Dair Analizler

Prof. Dr. Köksal Şahin’den, Türk Konseyi 8. Devlet Başkanları Zirvesi’ne Dair Analizler

2009’da kurulan Tük Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin (Türk Konseyi) geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenen 8. Devlet Başkanları Zirvesi’nde “Türk Devletleri Teşkilatı” adını alarak daha geniş kapsamlı bir uluslararası teşkilata dönüşme kararı alması yankı uyandıran bir siyasal gelişme oldu.  Her şeyden önce bağımsız Türk devletlerinin bir çatı altında toplanma iradesinin en üst düzeyde yani devlet başkanları zirvesinde ortaya konması altı çizilmesi gereken bir husustur. Bu süreç doğru planlanarak, soğukkanlı bir şekilde yürütülürse daha doğrusu akılcı güç (smart power) şeklinde bir kurumsallaşma bu çatı altında sağlanabilirse sadece Türk Dünyası açısından değil küresel ölçekte güç dengelerini etkileyebilecek bir süreç yaşanabilir.

Türkiye özelinde konuya yaklaşıldığında ise; zaten Türk Konseyi’nin son 5 yılda giderek etkinleşmesi Türkiye’nin kendini daha rahat hissettiği, akrabalık bağlarının güçlü olduğu ve enerji zengini olan Türk Dünyası coğrafyasına yöneleceğini haber vermekteydi. Bu noktada Türkiye’nin Türk ve akraba toplulukların bulunduğu jeopolitik havzalarda kabul görme düzeyinin, ülke olarak çekiciliğinin yüksek olduğuna da değinmek gerekir. Üstelik bu coğrafyalarda Türkiye’nin iki binli yılların ilk on yıllık periyodunda enerjisini yoğunlaştırdığı Ortadoğu’da olduğu gibi radikal gruplar, kan davası haline gelmiş uluslararası sorunlar da söz konusu değil. Türk Dünyası Türkiye açısından işbirliği ve entegrasyonun çok daha rahat ve verimli sürdürülebileceği bir saha. Tüm bunlara bakarak Türkiye için önümüzdeki dönemde kuzey jeopolitiğinin yani Balkanlar, Karadeniz havzası, Kafkasya ve Merkezi Asya (Türkistan) bölgelerinin giderek ön plana çıkacağı şeklinde bir öngörü de bulunmak mümkün.

Sakarya Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürü Şahin’in altını çizdiği bir diğer hususta; Türk Dünyası özelinde AB ve BRICS örneklerinde olduğu gibi, bileşik güç doğrultusunda bir strateji izlenmesi, Türk ülkelerindeki dış işleri, ekonomi ve milli savunma bürokrasilerinin küreselleşmeyi iyi okuduğunu göstermekte. Bu da Türk Dünyasındaki yetişmiş insan gücü adına umut verici bir gösterge. Türk Devletlerinin bir çatı altına gelmesi olgusal küçülmenin yaşandığı, bilgi ve inovasyonun başlıca güç kaynağı haline geldiği günümüz şartlarında doğru bir bölgesel entegrasyon hareketi görünümünde. Soğuk Savaş sonrası kurulan Türk devletleri doğal kaynaklara sahip ama yumuşak ve katı güç noktasında henüz yetersiz durumda olan ülkelerdir. “Türk Devletleri Teşkilatı” özellikle bu ülkeler için bir gelişim, işbirliği, tecrübe ve pazar alanı oluşturacaktır. Ayrıca bu birliktelik, küreselleşme ve teknolojik devrimin oluşturduğu yeni şartlarda bağımlı devlet olmama adına da doğru bir strateji. Her biri bağımsızlığını muhafaza ederek reel egemenlik alanını genişletecek ve güç unsurlarına yönelik kurumsal tecrübenin içinde yer alacaklar. Türkiye bu süreçte Batı dünyası ile olan ilişkileri, demokratik tecrübesi, çok sayıda üniversitesi, hizmetler sektöründeki gücü, dış politika ve savunma alanındaki tarihsel birikimiyle bileşik güce katkı sunabilecek merkezi ülke pozisyonunda.

Türk Konseyi’nin İstanbul Zirvesi’nde alınan; işbirliği kuruluşunun ötesine geçerek inisiyatif alabilen devletlerarası bir teşkilata dönüşme kararı, aynı zamanda motivasyon ve kararlılık içeren bir adımdır. “Türk Konseyi” 2009 yılında Nahcivan antlaşmasıyla bir işbirliği teşkilatı olarak kurulmuştu. Artık “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak işbirliğinin ötesinde, küresel gelişmelerin, bölgesel sorunların birlikte değerlendirileceği, geleceğe yönelik ortak stratejilerin geliştirileceği bir kurumsallaşma yolculuğu başlamış durumda. Bundan böyle teknoloji, bilimsel bilgi üretimi, dış politika, savunma, güvenlik, enerji, finans ve kültürel alanlarda Türk devletleri arasında entegrasyonun artacağı öngörülebilir. Bu noktada öncelikle stratejik yol haritasının iyi belirlenmesi gibi zor bir aşamadan başarıyla geçmek gerekiyor.  Yani oluşum aşamasında sert ve yumuşak gücün ötesinde tüm bunları iyi planlamayı içeren bir akılcı güç (smart power) kurumsallaşmasının temini çok önemli.  Nitekim “Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi” uzun vadeli ana taslak olarak ortaya konulmuş durumda.

Bu arada bir başka önemli hususta 1995’den bu yana daimi tarafsızlık statüsünde olan Türkmenistan’ın gözlemci ülke olarak Türk Devletleri Teşkilatı’na katılması olmuştur. Daimi tarafsızlık statüsünden dolayı devletlerarası teşkilatlara asıl üye olarak katılmayan bu ülke Türk Konseyine karşı da çekingen davranmaktaydı. Bu noktada 2018’den beri gözlemci üye olarak bu sürecin içinde olan Macaristan’ın durumuna da değinmek gerekir. Türk Devletleri Teşkilatı Macaristan ile Avrupa’dan Asya’ya uzanan bir derinlik kazanmaktadır. Zaten Macaristan Başbakanı Viktor Orban da bu organizasyon içinde yer almalarını; tarihsel yakınlık (soydaşlık) kadar Orta Avrupa ile Orta Asya’yı birbirine bağlama hedefiyle açıklamaktadır. Vişegrad (V4) Bloğu olarak ifade edilen; Macaristan, Polonya, Çekya ve Slovakya’nın Türk devletleri ile yakın ekonomik ve bilimsel ilişki içine girmesi planlar arasında yer alıyor. Bu husus Türk insiyatifine yeni bir anlam ve derinlik katmaktadır. Buradan hareketle Asya ve Avrupa arasında köprü olmanın Türklerin jeopolitik yazgısı olduğu söylenebilir. “Türk Devletleri Teşkilatı” sayesinde Doğu ve Batıyı kucaklayan yeni bir birlikte yükselme ve işbirliği hikâyesi oluşturulabilir. Bu şekilde dayanışmacı ve barışçıl bir bloğun oluşması paylaşımcı (potansiyel) küreselleşmeci bakış açısıyla alternatif bir küreselleşme sürecinin de başlangıcı olabilir. Rusya bunu bir süredir Yeni Avrasyacılık şeklinde deniyor ama inandırıcı ve samimi bulunmadı. Şimdi sıra Türklerde.

 

Prof. Dr. Köksal Şahin

 

Fotoğraflar